Yaşam

Öznenin çoğul kimliği: ‘Öksüz Yüzler’

Mehmet Erte’nin ‘Hahipsiz Yüzler’ adlı kısa romanı Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. Gösteri toplumunda öznenin ötekiyle olan ilişkisini ve bireyin kimliğini irdeleyen kitap, var olma bilincini kaçıran karakterlere odaklanıyor.

Sahipsiz Yüzler, Mehmet Erte, sayfa 152, Yapı Kredi Yayınları, 2023.

Hahsız Yüzler’de birbiriyle akraba ve tek bir mekanda öne çıkan bir ekip yer alıyor: [Mehmet] Erte, [Mehmet] Gün, Celal Bey, Leyla, Aslı, Ferhat, Zeynep, Ebru, Deniz ve Tahir . Erte ile Ebru, Gün ile Zeynep, Ferhat ile Leyla evlidir. Aslı ise Ferhat’ın eski nişanlısı, geçmişlerini Tahir’e bağlayan karakterdir. Celal Bey ise hayatıyla ilgili hikayeler uydurarak kim olduğunu belli etmeyen son derece ironik ve keskin zekalı bir kişidir ve kendisi de Leyla’nın amcasıdır. Bütün bu insanlar, Ferhat’ın İzmir’in bir ilçesinde bir kilisede açtığı fotoğraf standında merkeze gelecektir. Ferhat ressamdır, Tahir de öyle. İkisi zaten güzel sanatlarda okul arkadaşı ve rakip. Ferhat soyuta, kavramsal olana yönelirken, Tahir köhne akımlara ve ilkelere bağlı olarak her ikisine de karşıdır. Aralarındaki fark, Ferhat’ın üniversite yıllarında yükseleceği düşünülünce, Fransa’ya işçi olarak giden Tahir, ünlü bir ressama dönüşmüştür. İnzivaya çekilmiş Ferhat, taşrada fotoğraf öğretmenidir, “Utangaç Şeytan” adını verdiği yirmi tablonun yer aldığı bu stant onun “ilk” standıdır. Kurgu düğümlerinden biri de, tamamı farklı üslupların harmanlanmasıyla resmedilen bu kadın portreleridir. Ferhat’la akrabalığı olmayan Deniz, kadının kendisi olduğunu düşünerek şaşırır. Tahir’e göre bu kadın tasvirlerinin her birinde Ferhat’ın kendisi vardır. Celal Bey ise tüm tuvallerin aslında tek bir bütün oluşturduğunu düşünür. Öte yandan Ferhat’ın eski nişanlısı Aslı’yı da resmetme ihtimali var. Çünkü artık kırklı yaşlarında olan bu adamın dönüm noktası Aslı’ydı. O yıllarda köle-efendi bağıyla birlikteydiler. Erte’de bir gece de olsa Leyla ile böyle bir deneyim yaşamıştı. Bazı çok satan romanların editörü ve gölge yazarı Gün, kendisini aldatan Zeynep ile birliktedir. Ancak romantik olarak tanımladığı Deniz ile karısını uzun süredir aldatmaktadır.

Kısacası kitabın ilişki örüntüsü karmaşık, herkes bir şekilde birbiriyle ilişkili. Ancak lisans bölümüne gelene kadar kendini romanda adı ve soyadıyla yaratan yazar, bunun bir kurgu olduğunu her zaman hissettirir. Okur, önündeki metnin bir kurgu, bir uydurma olduğunun her zaman farkındadır. Yani bu bir oyunculuk meselesi. Bu oyunculukta anlatıcı ön plandadır. Benlik, kendilik-öteki bağı, aşk, romantizm, kimlik, özne ve toplumsallık gibi felsefi sorunsallardaki yansımalarıyla boşlukları dolduran, sorularıyla okuyucuyu kışkırtan kişidir. Bu bağlamda anlatı/deneme türleri ile dirsek temasında olan bir metnin konusudur. Anlatıcının kendi düşüncelerini öne çıkarması okuyucunun yansıma payına fazlasıyla sızar. Yani yazar-anlatıcı-metin-okuyucu arasındaki boşluklar oldukça küçüktür. Bazen tanımlar çok keskindir: “Aşk sosyal bir şeydir ve bu yüzden sansür vardır”. Muharrir, muhtemelen okuyucunun metnin, anlatıcının ve hatta kendisinin ötesine geçerek farklı bir düşünceye ve daha zor bir çıkmaza girmesini istiyor.

Metinde ele alınan kavramlara değinecek olursak, ilk aşkı çarpıtan romantizm ve romantizm probleminde durmalıyız. Anlatıya göre romantik, taklit eden ve benzerlikler kuran kişidir. Ancak benzerlikler kurarak ve benzersiz olduğunu kanıtlamaya çalışarak kendisiyle çelişir. Temelde gerçek hayattan kopuktur. Taklit organı sayesinde yaşanan hayat ile simgesel gerçeklik arasında bağlantı kurarak var olur. Bu nedenle detaylarda kaybolan, sorgulayıcı bir yapıya sahiptir. Bu nedenle kendi konumunu göremez. Başka bir deyişle, hem alaka içindeki yerini hem de öznelliğini kaybeder. Ne de olsa hayale ulaşma durumu onu bir yere götürmez, kimliğini kaybetmesine neden olur. Tıpkı Ferhat ve Aslı’nın efendi-köle ilişkisindeki gibi. Esaretle Ferhat, ustalıkla Aslı, “rol yaparak” kendilerini buldukları yanılsamasıyla varlık bilincini kaçıran karakterler olarak karşımıza çıkıyor. Muhtemelen bu nedenle, Ferhat’ın fotoğraflarında kendisiyle ilgili olmayan birçok stili taklit etme ve birleştirme eğilimi ağızdan ağzadır. Sonuçta stilsiz. Başka bir deyişle stilsizlik onun tarzıdır. Tahir daha vahşi bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Soyuttan hoşlanmasa da, gerçeklik düzleminde hareket edemeyen hareketsiz bir öznedir. Etkin olmayan bir özne ne ölçüde öznedir? Seksenli yaşlarında olan Celal Bey hayatını bir kurgu olarak insanlara sunmaktadır. Başkalarını bu uydurmalara ikna etmek için elinden geleni yapıyor. Burada kendine göre sanatsal referanslar oluşturarak farklı benlikler yaratıyor. Komik, zekice, ironik. Muhatap kendi uydurmasına inandığı ölçüde vardır. Bu nedenle, aynı zamanda bir tür sanatçıdır. Kurgusal-gerçek ilgi, ortadaki boşluklarda kendini yaratır. Ters okuma ile bazı soruların cevaplarına ulaştığı için hayatın gerçek kurgusuyla dalga geçen bir takvim karakteri olarak da görülebilir. Aşk ise metinde birden fazla hata olarak karşımıza çıkıyor. İlişkiler, çok karmaşık kodlarla şekillenen, belirli varsayımlara dayanan, arzu ve kültür arasına sıkışmış, toplumdan örtülü ve gizli kalmış sözde mekanizmalardır. Buradan şu soruya varmak mümkün: Hayatın ipleri ne kadar bizim elimizde? Özne olamıyorsak aslında biz değiliz, özneysek biz kimiz? Sonuç olarak bazı sabitlerden bahsetmek mümkün olsa da sabit bir özne tanımı mümkün değildir. Sayısız karmaşık kodla hareket eden “özne” dediğimiz “ben” aslında çoklu kimlikler taşır: öznenin çoğul kimliği.

Çoğul kimliği özneye şeytani bir nitelik kazandırıyordu; ama özne -şeytan gibi bizi baştan çıkarmak için değil- çeşitli kimlikler altında saklanıyordu, çünkü gerçekle girift ilişkisinden dolayı her zaman utanç verici bir eksikliği vardı. Muhtemelen bu yüzden Ferhat standına ‘Utangaç Şeytan’ adını verdi. Öte yandan, kimliği değişse de öznede sabit kalan bir şeyler vardı, o ortak öz sayesinde bütün portrelerin aynı modele bağlı olduğunu anlayabiliyorduk. Peki bunu ressam için de söyleyebilir miyiz? İmzasından başka neredeydi?” (s.87-88)

Nitekim Ferhat’ın hem hayattaki hem de sanattaki konumu bulanıktır. Bu noktada kurgu-gerçek, yaşam-kurgu çatışmasıyla karşı karşıyayız. Anlatıcının okura sürekli olarak bir kurmaca metnin içinde olduğunu hissettirmesi de muhtemelen bu amaçladır. Çünkü çoğu zaman insan akıl ve mantıkla neden-sonuç ilişkisi kurarak anlam peşinde koşmaya çalışır. Nitekim Ferhat, Tahir’e Aslı ile olan ilişkisini anlatır:

“Hayat bir hikaye gibi tutarlı değil. Olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi aramak boşunadır. Şaşırmış olabilirsiniz: Sadece ayrıldığımızda birbirimizi gerçekten sevdiğimize emin oldum ve bana bu duyguyu yaşattığı için ona minnettardım. (s.125)

Sebep-sonuç ilişkisine göre makul bir muhakemeye varan insan kendini imanda hisseder. Peki ya hayat dengeli değilse? İşte o zaman tekinsiz bir hayatın içine hapsedildi. Muhtemelen bu nedenle bu “şey”in iki tanımı vardır: yaşam ve yaşam. Hayat yemek içmek demektir, çok içenlere radikal bir sıfatla ayyaş deriz. Ama hayat sınırlar[lar] demektir. Yani kendini özne yapmayı başarıp başaramaması, insani tanımların ötesinde bir söz meselesi midir? Bu kabulden hareket edersek kişi çok zayıflar. Güçsüzlükten daha fazlası, işe yaramaz, ki bu daha korkutucu, daha rahatsız edici. Öznenin kimliğini sayısız kodlar ve sayısız örüntülerle şekillendirdiği bu kasvetli, huzursuz ve tekinsiz yaşamda, yazarın işaret ettiği bir çıkış yolu ya da en azından bir çaba alanı bulmak mümkün müdür? Şahsen, yazarın ima ettiği bu alan sanattır. Üslupsuz resimler yapan Ferhat, ilkel resimlerle ünlenen Tahir, kurmacaya bağlı Celal Bey ve kendi imajını kelimelerle yaratan Erte; Bu bağlamda saçmalıklara ve uydurmalara sığınmış gibi görünen diğer karakterler “sanatçı” olarak görülebilir. Yaşamla çatışan tüm bu karakterlerin varoluş bilincine varamadıklarını vurgulamak gerekir. Yazarın okura bıraktığı temel boşluk herhalde bu: Sanat bizi nasıl yaratır?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu